Kayıtlar

İnsan İnsana Şifa

Resim
 Dokunulmanın ne kadar önemli olduğunu unuttuk, ancak hayatta kalmak için buna ihtiyacımız var. Modern zamanlar bizden en önce temas etme yetimizi aldı. Parmak uçlarımızla sadece telefon ekranlarına dokunur olduk ama bir başkasının eline, omzuna, kalbine değmekten korkar hâle geldik. Kalabalıklar içinde yaşıyor, ama giderek yalnızlaşıyoruz. Sanki her temas bir tehdit, her yakınlık bir yük gibi algılanıyor. Oysa insan, insanla tamam olur. Bilemezsin sevginin insanı deli eden tadını… Çünkü biz artık sevmeyi de unutuyoruz. Sevgi, birilerinin sandığı gibi sadece romantik bir duygu değil. Sevgi, bir annenin çocuğuna gece uykusuz bakışı; yaşlı bir babanın oğlunun yanağına düşen gözyaşıdır. Sevgi, bazen ekmeğini paylaşmaktır, bazen de bir kelimeyle moral olmaktır. Ama en çok da bir elin diğerine değmesinde gizlidir. İnsan en çok temasla büyür. Sarılınca hafifler, öpülünce iyileşir, birinin sıcak avucunda güven bulur. Dokunmak, yalnızca fiziksel bir eylem değildir; ruhun başka bir ruha uza...

Bu Devlet Kimin

Resim
Bu Devlet Kimin? Halkın mı, çetelerin mi? Devlet dediğimiz şey nedir? Halkın güvenliği, refahı, sağlığı ve geleceği için organize olmuş bir sistem mi? Yoksa ihalelerin arkasına gizlenmiş, tarikatlara maaş bağlayan, köylünün zeytin ağacına bile tahammül edemeyen bir imtiyazlar düzeni mi? Bu ülkede artık en sade soruları sormak bile isyan sayılıyor. Ama sormak zorundayız: Bu devlet gerçekten kimin devleti? Kepçenin Altındaki Zeytin Ağacı Bir köylü düşünün… Dededen kalma zeytinlikte ömrünü geçirmiş. Her sabah toprağa selam vererek başlamış güne. Bir gün geliyor bir kepçeyle karşılaşıyor. Önce bakıyor… “Herhalde yanlışlık oldu” diyor. Ama yanlış yok. Kepçe toprağa, ağaca, köklere değil; insan onuruna saplanıyor. Çünkü karşısında devlet yok. Devletin üniformasını giyen ama holdinglere hizmet eden bir düzen var. Zeytin ağacını korumaya çalışınca “yasa dışı” ilan ediliyor köylü. Kepçeyi durdurmak isteyen kadınların kolları kırılıyor. Peki bu devlet, kimin devleti? SGK Gazeteciye Yok, Tarikata...

Haftanın Fıkrası

Resim
 Haftanın Fıkrası: Bir kadın, bebeğini 40 hafta karnında taşısın… fakat nasıl doğurması gerektiğine futbolcular karar versin! Bu bir fıkra değil aslında. Bu bir sistem komedisi. Yani gülmemiz gereken bir trajedi. Karnında 3 kiloluk bir mucizeyi taşıyan bir kadın değil de, 3 kilo beyinle ortalığı velveleye veren topçu tayfası konuşuyor kürsülerde. Mesela kaleci diyor ki: “Normal doğum kadının ruhunu temizler.” Forvet karışıyor: “Yok canım, sezaryen daha sağlıklı, ben anneme sordum.” Orta saha dağıtıyor: “Kadın dediğin acı çeker, yoksa anne olamaz.” Defans, topu bilim insanına vermiyor. Çünkü bilim, onların oyun planında yedek kulübesinde oturuyor. Kadın doğuracak… Ama kararı “el kaldıranlar” verecek. Doğumun nasıl olması gerektiğine, regl izninin kaç gün olacağına, kürtajın caiz mi haram mı olduğuna… Yani kadının kanı, canı, eti, kemiği tartışmaya açık. Ama futbolcunun sakal tıraşı milli meselemiz! Olay sadece futbolcularla da sınırlı değil elbet. Yorumculardan din adamlarına, siyas...

Aynı Filmin Devamı

Resim
Aynı Filmin Devamı Bu ülkede her şey öylece olup bitmiyor. Görünen neyse, o değil. Görüldüğü gibi değil, gösterildiği gibi de değil. Yaşadıklarımız bazen bir senaryonun sahneleri gibi. Oyuncular değişiyor ama film aynı film. Perdeler açılıyor, ışıklar yanıyor ve biz yine salonda yerimizi alıyoruz. Fark ettiğimizde alkışlamış bile oluyoruz. 2023 seçimlerinde Ümit Özdağ’ın Sinan Oğan’ı cumhurbaşkanı adayı göstermesi, ilk bakışta “muhalif bir çıkış” gibi servis edildi. “Vatanperverlik” ambalajıyla paketlenmişti. Ama bu hamlenin en net sonucu, Erdoğan’ın yeniden seçilmesi için açılan bir yol oldu. Hesap buydu. Hesap tuttu. Oğan ikinci turda Erdoğan’ı desteklediğinde, oyun açığa çıktı. Fakat Özdağ, siyasi pozisyonunu “denge” olarak tanıttı. Oysa o denge, Erdoğan lehine kurulmuş bir teraziydi. Muhalefetin dağılmasında bu ikilinin oynadığı rol, sadece izleyenlerin değil, artık tarih sayfalarının da kayıt altına aldığı bir hamleydi. Bugün geldiğimiz noktada, Ümit Özdağ Silivri’de. ...

Gölgedekiler

Resim
  Gölgedekiler (Dört Kapı Kırk Makam) – Okan Bent Önok Uzun araştırmalar ve titiz bir emeğin ürünü olan Gölgedekiler (Dört Kapı Kırk Makam), nihayet raflardaki yerini almaya hazırlanıyor! Alevilik, tasavvuf ve tarihsel süreçleri derinlemesine ele alan bu eser, Ali’siz Alevilik kavramını merkeze alarak okuyucuya kapsamlı bir bakış açısı sunuyor. Cumhuriyet dönemi ve 68 kuşağının sembol isimlerine de yer veren bu çalışma, sadece bir tarih anlatısı değil, aynı zamanda bir düşünsel yolculuk… Bolsu Ekolü’nün izlerini taşıyan Gölgedekiler, yakında tüm platformlarda!

Gölgedekiler

Resim
Gölgedekiler (Dört Kapı Kırk Makam) – Okan Bent Önok Tarih, inanç ve felsefenin kesiştiği derin bir yolculuğa hazır mısınız? Okan Bent Önok’un kaleminden çıkan Gölgedekiler (Dört Kapı Kırk Makam), Şii Alevi tasavvufu, Bektaşilik ve Türklerin bu inanca geçiş sürecini ele alan, gerçeği gölgeler arasından çıkaran çarpıcı bir anlatı. Bu kitap sadece tarihi bir araştırma değil, aynı zamanda kimlik, aidiyet ve hakikat üzerine derin bir sorgulama. Bolsu Ekolü’nün ruhunu taşıyan bu eser, popüler bir dille yazılmış olmasına rağmen, derinliği ve düşündürücü yapısıyla okuyucuyu içine çekiyor. Hakikatin peşinde bir yolculuğa çıkmak isteyenler için Gölgedekiler, sorular sorduran ve cevaplarını gölgeler arasında aratan bir eser olacak.  

Umut Gençlikte

Resim
Gençler Artık Sabretmiyor! Sokaklarda yürüyen, sesini yükselten, geleceğini isteyen bu gençler bir şeyin farkına vardılar: Sabır, onları daha iyi bir hayata götürmeyecek! Çocukluklarından beri “Oku, çalış, kendini geliştir, geleceğin parlak olacak” yalanıyla büyütülen nesil, gerçeği mezun olduklarında öğrendi. Diplomalı işsizler ordusuna katıldıklarında, geleceğin onlara ait olmadığını fark ettiler. Bugün gençler sokaklarda çünkü diplomalarının hiçbir anlam ifade etmediğini biliyorlar. Artık kimse “Mezun olunca iş bulursun” masalına inanmıyor. Mühendisler, öğretmenler, akademisyenler, avukatlar; hepsi kasiyer, motokurye, çağrı merkezi çalışanı oldu. Üstelik şanslılarsa! Çünkü birçok genç için bu işler bile lüks. Gerçek Hikâyeler, Acı Gerçekler • Fatih, 27 yaşında, Makine Mühendisliği mezunu. 3 yıldır iş arıyor, bulamadı. Sonunda babasının bakkalında çalışmaya başladı. “Bunu yapmak için mi yıllarca ders çalıştım?” diye soruyor. • Sude, Hukuk Fakültesi mezunu. Stajyer olarak bir hukuk ...