Devlet Aklı Duygusal Buluşmalar ve Stratejik İflaslar"
Günlük hayatın içinde hepimizin karşılaşabileceği bir durum hayal edin: Trafikte kırmızı ışıkta bekliyorsunuz ve önünüzdeki iki aracın sürücüleri aniden araçlarından inip kavgaya tutuşuyor. Taraflardan biri iri yarı, elinde bir sopa var. Diğeri daha küçük yapılı, ama elinde bir silah bulunuyor. İri olan, sopasıyla karşı aracın camlarını kırmaya başlıyor ve içerideki savunmasız insanlara da saldırıyor. Aracın içindeki çocuklar korku içinde ağlarken, adam aralıksız olarak şiddet uygulamaya devam ediyor.
Böyle bir manzara karşısında siz ne yapardınız? Aracınızdan inip olaya müdahale mi ederdiniz? Kimse aracından çıkmazken, siz olayın içine atlayıp, kendi ailenizi de tehlikeye atarak kahramanlık mı yapardınız? Yoksa cep telefonunuzu alıp polisi ve ambulansı arayıp yardım çağırmakla mı yetinirdiniz?
Tam o sırada, elinde silah olan adam harekete geçer. Hiç tereddüt etmeden silahını iri sopalı adamın üzerine boşaltır. Ancak bununla da yetinmez; sopalı adamın ailesine, çocuklarına da silahını doğrultarak katliama girişir. Ortalık bir anda kan gölüne döner. Güçlü olan, yani silahı elinde tutan taraf, bu vahşi kavganın galibi olur.
Bu anlatı, aslında daha büyük bir çatışmanın temsili: İsrail-Filistin savaşının güncel bir fotoğrafı. Elbette bu çatışmanın kökleri çok derin, tarihsel, ideolojik ve politik nedenleri var; ancak nihayetinde çatışmanın son görüntüsü işte bu şekilde görünüyor. Kırmızı ışıkta yaşanan kavga gibi, İsrail ile Filistin arasında kim bilir ne yaşandı ki bu noktaya gelindi. Ancak şu anda fiziksel gerçeklik apaçık ortada: Güç dengesi, yani silah üstünlüğü, çatışmanın sonucunu belirliyor. İsrail, askeri ve ekonomik gücü ile Filistin’e karşı tartışmasız bir üstünlük kurmuş durumda.
İsrail-Filistin Çatışmasında Güç Dengesizliği
İsrail’in gücünün arkasında Amerika Birleşik Devletleri’nin desteği var. İsrail’in silah gücü, aynı zamanda ABD’nin küresel askeri gücünü temsil ediyor. Bu nedenle, İsrail’e karşı durmak, sadece bir ülkeye karşı değil, aynı zamanda ABD’nin küresel hegemonyasına da kafa tutmak anlamına geliyor. Filistin’in ise sınırlı kaynakları, zayıf bir savunma gücü ve çaresiz bir halkı var. Silah üstünlüğü bu çatışmanın belirleyici unsuru haline gelmiş durumda. Artık uzlaşmanın, diyalogla çözüm aramanın pek bir anlamı kalmamış gibi görünüyor.
İsrail’in uyguladığı politikalar, özellikle son yıllarda, soykırım ve insan hakları ihlalleri ile suçlanıyor. Filistin’de yaşanan insani dramlar, dünyanın birçok yerinde tepki çekse de, İsrail’in askeri gücü ve ABD’nin siyasi desteği bu durumu sürdürülebilir kılıyor. Zor, oyunu bozuyor; silah gücü ve küresel destek, İsrail’in elini güçlendirirken, Filistin’in geleceği ise daha da belirsiz bir hale geliyor.
Türkiye’nin Dış Politikası: Devlet Akli, Duygusal Akil
Bu uluslararası kriz, aslında Türkiye’nin de içinde bulunduğu mevcut yönetim sorunlarına bir benzetme imkânı sunuyor. Türkiye, 23 yıldır "devlet akli" ile değil, duygusal ve kişisel kararlarla yönetiliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kişisel duygu durumları ve ani kararları, Türkiye’nin hem iç hem de dış politikasını şekillendiriyor. Bu süreçte, Türkiye’nin devlet aklına dayalı, uzun vadeli stratejik planlar yerine anlık tepkiler ve duygusal söylemlerle hareket ettiğini görüyoruz.
Bu yönetim tarzı, tıpkı kırmızı ışıkta aracından inip, elinde silah olan kişiye sözlü saldırılarda bulunan ve ailesini tehlikeye atan sürücüye benzetilebilir. Türkiye, duygusal tepkilerle dış politikada riskli hamleler yaparken, içeride ekonomik ve sosyal sorunlar derinleşiyor. Bu tür bir yönetim tarzı, Türkiye’yi hem içerde hem de dışarda zor duruma sokuyor. Oysa devlet akli, duygusal kararlardan kaçınarak, akılcı, stratejik ve uzun vadeli planlarla ülkeyi yönetmeyi gerektirir.
Atatürk'ün İlkelerine Dönüş: Tek Çıkış Yolu
Türkiye’nin bu gidişattan çıkış yolu Atatürk’ün "yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesine geri dönmektir. Bu ilke, Türkiye’nin hem iç hem de dış politikada barışçıl, akılcı ve diplomatik bir yol izlemesini gerektirir. Cumhuriyetin kurucu değerlerine sadık kalarak, Türkiye’nin devlet akli ile yönetilmesi, gelecekte yaşanabilecek büyük krizleri önleyecektir. Türkiye, bir an önce duygusal ve kişisel kararların yerine, kurumsal ve kolektif bir akla dayalı devlet yönetimine geri dönmelidir.
Son 23 yılda yaşanan duygusal hatalar, Türkiye’nin hem ekonomisini hem de dış politikasını zora sokmuştur. Türkiye’nin artık bu hatalardan ders çıkararak, Cumhuriyetin orijinal ayarlarına dönmesi gerekmektedir. AKP ve küçük ortaklarının kişisel çıkar odaklı yönetim anlayışını terk etmek, Türkiye’nin geleceği için hayati bir adımdır. Türkiye, modernleşme sürecinde yeniden devlet aklını devreye sokarak, hem yurtta hem de dünyada barışı sağlamalıdır.
Bu dönüşüm, sadece siyasi bir gereklilik değil, aynı zamanda ülkenin uzun vadeli çıkarları için de zorunlu bir adımdır. Türkiye’nin yeniden güçlü, etkili ve saygın bir devlet haline gelmesi, duygusal tepkilerden uzak, akılcı ve stratejik kararlarla mümkündür. Atatürk’ün "yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesi doğrultusunda hareket etmek, Türkiye’nin hem bölgesel hem de küresel barışa katkı sunması için tek çıkar yol olarak önümüzde durmaktadır.
Başka bir yol yoktur; Türkiye’nin geleceği ancak devlet aklının hakim olduğu bir yönetim tarzı ile güvence altına alınabilir. Bu dönüşüm, yalnızca iç politikada değil, dış politikada da etkili ve sağlam bir duruş sergilemek için gereklidir. Türkiye’nin uluslararası alandaki saygınlığını yeniden kazanabilmesi, uzun vadeli stratejilerle ancak devlet akli bir anlayışla mümkün olacaktır. Bu nedenle, Türkiye’nin güçlü bir gelecek inşa etmesi için duygusal tepkilerden ziyade, akılcı, rasyonel ve kolektif bir anlayışla yönetilmesi şarttır.
 
 
 
Yorumlar
Yorum Gönder