İnsan Olmak


İnsanı anlamak, belki de en zor mesele. Şekil vermeye çalıştığımız her şey—toprak, taş, çamur, mermer—bizden bir şey değildir. Bizim ellerimizden çıkmış gibi görünür belki, ama özümüzdeki hiçbir şeyi tam olarak taşımaz. İnsan dediğin kendine şekil vermez, insan şeklinde kendini arar. Ve bulur. Çünkü bu arayış zaten insan olmanın en temel meselesidir: Kendini bulmak, kendini anlamak, kendini görmek.


Hacı Bektaş-ı Veli, 13. yüzyılda, insanın özünü arayışında şekil ve formun ötesine geçmeye çağırıyordu. O, “Bütün mürşitler mürşitliği öğretir, fakat gerçekte mürşit olabilmek için insan olabilmek gerekir” diyerek insanın kalbinin derinliklerinde aradığını ve bunu bulmanın, dışsal şekillerden çok içsel bir arayışla mümkün olduğunu vurgulamıştır. Hacı Bektaş’a göre, insanın en yüksek amacına ulaşabilmesi için önce kendi içindeki “gerçek insan”ı bulması gerekir. Şekiller kaybolur, ama içsel arayış devam eder.


Mevlânâ da insanın kendisini bulma yolculuğunda şekillerin ve dışsal formların yalnızca geçici olduğunu anlamış ve “Senin aradığın şey, senin kendinsin” diyerek, insanın asıl amacının kendisini tanımak olduğuna işaret etmiştir. Mevlânâ, insanın özünü arayışının ne bir kalıp, ne de bir şekil vermek olduğunu, onun içsel bir keşif olduğunu savunmuştur. “Süregeldim de ne aradığımı buldum. Meğerse o benmişim” sözleri, insanın her şeyin ötesinde, özünde var olan gerçekliğe ulaşma çabasını anlatır. İnsan dediğin, her dış formun arkasındaki özü görmek için bir yolculuğa çıkar.


Yunus Emre de bir başka derin arayışın izini sürerken, insanın içindeki özü bulma yolunda yine şekillerin ve formların ötesine geçmeye davet eder. Yunus, “Ben de bir zamanlar baktım bakıldım. Ama bakıldığımda gördüm ki ben de bir ben varmışım” diyerek, insanın özündeki benliğe ulaşması gerektiğini anlatır. Sarı Saltuk gibi büyük bir Alevi ereni de, bu arayışı hem kendi hayatıyla hem de öğretileriyle vurgulamıştır. Sarı Saltuk, halk arasında büyük bir ermiş olarak bilinir ve onun öğretilerinde, insanın içsel arayışına ve özünü bulmaya dair derin izler vardır. O, şekillerin ötesindeki özün peşinden gitmek gerektiğini, insanın hem kendi içsel yolculuğuna çıkması hem de insanlığa hizmet etmesi gerektiğini söyler.


Bugüne geldiğimizde, modern dünyada insanlar hâlâ kendine şekil verme arayışı içinde. Sosyal medyada yaratılan imajlar, kişisel gelişim adı altında yapılan kalıp dayatmaları, bireyin kendi özünden ne kadar uzaklaştığını gösteriyor. Oysa gerçek mesele, kendini yeniden yaratmak değil, zaten var olanı keşfetmektir. İnsan, bir formun peşinde koşmaz; insan olmanın derin anlamını arar. Hacı Bektaş, Mevlânâ, Yunus Emre ve Sarı Saltuk, bu arayışın özünü her biri kendi yolu ve diliyle anlatmıştır. İnsan, içsel bir arayışla, şekilsiz bir varlık olarak aslında kendi şeklini, yani özünü bulur.


İnsanı anlamak, şekillerin ötesine bakmayı gerektirir. Çünkü insan, ne yaptığı heykellerdir, ne yazdığı şiirler, ne de yaşadığı hayatı başkalarına sunduğu biçimiyle sınırlıdır. İnsan dediğin, insanlık hâlinin içinde kendine rastlamaya çalışır. Ve bu rastlama, ona kendi şeklini değil, kendi özünü gösterir. Şekiller kaybolur, ama arayış hep devam eder.


 

Yorumlar

  1. Mukemmel olmuş kardeşim ne güzel kaleme dökmuşun süper, ellerine kalemine sağlık....

    YanıtlaSil
  2. insanda kusur arama aynada gör kendini

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

“Universal Friendship” 🇮🇱

İntikamı Soğut

Gece ve Adam