Eski istanbul Afişlerde


Anne ve babalarımızın, büyüklerimizin anlattığı o eski İstanbul, hem sokaklarıyla hem de içindeki insanlarla bambaşka bir ruh taşıyordu. Yobazlıktan, hoyratlıktan uzak; insanları bir araya getiren, paylaşımı ve sanatı yücelten bir şehirdi. İstanbul, sadece binalardan ya da boğazdan ibaret değildi. O şehir, insanıyla, kültürüyle ve özellikle sanatın her kesime ulaşabildiği yapısıyla bir masal gibiydi. İşte bu masalın en canlı örneklerinden biri, Bebekteki Belediye gazinosunda o unutulmaz sanat geceleriydi.

Şu afişe bir bakın. “Sanat güneşimiz Zeki Müren’in sanat zirvesi” yazıyor. Daha başlıktan büyüleniyorsun. Ama sadece Zeki Müren değil, o sahnede kimler yok ki? Jaklin Fransua, Münir Özkul, Blue Bell Girls, Oya Alasya, Nilüfer Koçyiğit, Darvas, Kevser Tanrıkut, Cem Karaca ve Moğollar… Bugün böyle bir kadroyu bir arada görmek hayal gibi gelir. Ama o zamanlar, İstanbul’da bu geceler sanatın bir şöleni gibiydi. Ve en önemlisi, bu şölen herkes içindi. Zengin ya da fakir fark etmezdi; o sahne, o müzik herkesin kalbine dokunurdu.


Düşün, sahnede Zeki Müren şarkılarını zarafetle söylerken, masalarda farklı hayatlardan insanlar oturuyordu. Aynı masada bir işçi, bir esnaf, bir tüccar; başka bir masada bir memur, bir doktor… Ama o anda, hepsi eşitti. Çünkü o gazinonun kapısından içeri girdiğinde, cüzdanın değil, gönlün konuşurdu. Fiks menü dediğin şey, sadece bir yemek anlamına gelmiyordu. Fiks menü, o dönemin İstanbul’unda eşitliğin bir simgesiydi. İnsanlar aynı yemekleri yer, aynı şarkılara eşlik ederdi. O sahneye bakarken kimsenin kim olduğunu sormazdın. Herkes, aynı müziğin büyüsünde birleşirdi.


İşte bu yüzden o zamanların İstanbul’u bir başkaydı. Şimdi olsa böyle bir geceye katılmak için bir servet dökmen gerekir. Ama o zaman sanat, paranın değil, paylaşımın işiydi. Zeki Müren’in sahne aldığı, Cem Karaca’nın coşkulu sesiyle içleri titretttiği, Moğollar’ın insanı yerinden oynatan melodileriyle dolu bir geceye gitmek, sadece bir “fiks menü” ile mümkündü. Çünkü sanat, o eski İstanbul’da bir ayrıcalık değil, herkesin hakkıydı.


Şimdi şu sanatçı kadrosuna bak. Zeki Müren, Türk Sanat Müziği’nin en büyük ismi… Yanında Cem Karaca ve Moğollar, halkın sesi olmuş bir efsane. Kevser Tanrıkut’un zarif şarkıları, Münir Özkul’un sıcacık hikâyeleri, Jaklin Fransua ve Blue Bell Girls’ün unutulmaz performansları… Bu kadar farklı tarzın, farklı sanat dalının bir arada olması bile o dönemin ne kadar zengin olduğunu gösteriyor. Herkes kendinden bir şey buluyordu. İnsanlar sadece dinlemiyor, aynı zamanda o sanatın bir parçası oluyordu.


Ve fiks menü… Şimdi sıradan bir detay gibi görünüyor, ama o zamanlar bu basit kavram, İstanbul’un ruhunu anlatıyordu. Cebinde ne kadar paran olduğu önemli değildi. O masaya oturduğunda, sen de o sanatın bir parçası olurdun. Zenginle fakirin aynı masada oturduğu, aynı sahneyi izlediği bu düzen, İstanbul’un eşitliğe ne kadar önem verdiğinin bir göstergesiydi. İnsanlar aynı yemekleri yer, aynı şarkılarla mest olurdu. Aradaki tek fark, kimin masasında şarap olup olmadığıydı belki, ama o sahneye bakan herkes aynı büyünün parçasıydı.


Anne ve babalarımız hep anlatır ya, “Bizim zamanımızda İstanbul böyleydi” diye… Haklılar. Çünkü o zamanlar İstanbul, gerçekten bir paylaşım şehriydi. Bugün şehirde yaşanan kargaşaya, yalnızlığa bakınca, o zamanların kıymetini daha iyi anlıyorsun. O eski İstanbul’da insanlar birbirine daha yakındı. Sanat, insanları birleştirirdi. Zeki Müren’in sesi, Cem Karaca’nın sözleri, Moğollar’ın melodileri insanları ortak bir noktada buluştururdu. Ve fiks menü, bu birliğin en somut simgesiydi.


Bu Zeki Müren afişi, o günlerin bir hatırası. Bir dönemin zarafetini, sıcaklığını ve sanatın herkes için olduğunu gösteriyor. Bugün geriye sadece anlatılanlar ve bu tür nostaljik hatıralar kaldı. Ama o zamanlar İstanbul, gerçekten İstanbul’du. Sanat, bir zümreye ait değil, herkesin hakkıydı. Şimdi düşünüyorum da, o zamanların İstanbul’una yetişememiş olmak büyük bir kayıp. Ama o günlerin hikâyelerini dinlemek bile insanı mutlu ediyor. İşte bu yüzden, o eşitlik dolu günlerin değerini anlatan bu afiş ve o zamanların ruhu, hepimizin hatırlaması gereken bir miras. Ben Okan Bent Önok, tıpkı bu afiş gibi şanslı bir çocukluk geçirdim. Annemle birlikte, 6 yaşımda kadınlar matinası ve çakıl gazinosunun büyüsüne kapıldım. Zeki Müren ve dönemin ünlü isimlerini görmek, o yıllara tanıklık etmek bana inanılmaz anılar biriktirdi. Gerçekten de şanslıydım, o renkli dünyada yaşadım. #İstanbul #ZekiMüren #HatırlaSevgili

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

“Universal Friendship” 🇮🇱

İntikamı Soğut

Gece ve Adam