Öyküler
Bir ağacın altında oturuyorum. Kökleri toprağa gömülü, dalları gökyüzüne uzanmış. Yanımdan geçen bir karınca var, muhtemelen yuvasına bir şeyler taşıyor. Bir serçe cıvıldıyor. Şimdi kalkıp bunların öyküsünü yazsam, ne değişir? Sikindirik bir anlatının içine doğanın sıradan akışını sığdırmaya çalışmak, insanın en büyük yanılgısı.
İnsan dediğin, kendini anlatmadan duramaz. Bir şeyler yaşar, sonra ona anlam yükler, sonra da kendi uydurduğu bu anlamın peşine düşer. Ama hakikatin içinde öykü diye bir şey yok. Ne bir ağaç kendini bir kahraman olarak görür, ne bir kuş macera peşinde koşar. Bir derenin akması, bir yaprağın düşmesi, bir insanın yaşaması… Hepsi doğanın içinde rastgele bir an.
Ama yok, illa ki kendimize hikâyeler yazacağız. Kimi kahraman olacak, kimi kurban, kimi âşık, kimi de bilge. Ama işin gerçeği şu: Sikindirik öyküler uydurmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Hayat dediğimiz şey, birkaç paragraf süren bir yanılgı. Çünkü doğanın içinde hiç kimse bir romanın başkahramanı değil. Sadece bir virgül, bir nokta, belki de unutulmuş bir dipnotuz.
Kaybetmekten korkmadığımız her şey, bizim gerçek benliğimiz. Kaderimiz, kederimiz, mutluluğumuz, ölümümüz… Onları kaybetmekten korkmayız, çünkü onlar zaten bizimle. Gerisi mi? Laf-ı güzaf işte.

 
 
 
Yorumlar
Yorum Gönder