Kayıtlar

Hakikatin Ölçüsü

Resim
  Sırf çoğunluk tarafından kabul edildi diye Yalan gerçek olmaz. Yanlış doğru olmaz. Kötülük iyi olmaz. Bunu bir kenara yazın. Çünkü hakikat, çoğunluğun oyuna göre şekillenmez. Vicdanı olan herkes bunu bilir. Tarihte defalarca kez gördük: Kalabalıklar alkışladı diye, zulüm meşru hâle gelmedi. Herkes aynı yalanı tekrar etti diye, o yalan gerçek olmadı. Bazen bir kişi doğruları söyledi, bir ordu ona karşı çıktı. Ama zaman, hep hakikatin tarafını tuttu. Galileo teleskobunu gökyüzüne çevirdiğinde, kilise “Dünya dönmez” diye bağırıyordu. Oysa dönüyordu. Ve Galileo susturulsa da, hakikat susmadı. Bugün de benzer bir çağdayız. Sosyal medya linçleri, kutuplaştırılmış ekranlar, yandaş kalabalıklar… Herkes aynı şeyleri söyleyince, doğru olduğu sanılıyor. Oysa hakikat, çoğu zaman yalnızdır. Sözün gerçeği, güce boyun eğmez. Eğdiği zaman, yozlaşma başlar. Bugün bir toplumu yıkmak istiyorsanız, önce doğruyla yalanın yerini değiştirmeniz yeterlidir. İnsanlar buna çabuk alışır. Çünkü haki...

Vedalaşmayın

Resim
Birini kaybetmek, sadece son bir el sallamak, bir mezar başında birkaç kelimeyle vedalaşmak değildir. Asıl zorluk, o yokken yaşamayı öğrenmektir. Onun sesi artık duyulmaz, varlığı fiziksel olarak hissedilmez ama kalbinin bir köşesinde hep yaşar. Evdeki boş bir sandalye, birlikte bakılan bir manzara, paylaşılmış bir anı… Hepsi artık sessiz ama ağırdır. Çünkü onun olduğu yere her baktığında, ruhunun bir parçası sanki hâlâ oradadır. Sanki zamanı geldiğinde gidip onu alabilecekmişsin gibi gelir ama bilirsin ki o artık gelmeyecek. Kederin bir takvimi yoktur. Üç gün, üç ay, üç yıl… Hiçbiri acının ne zaman dineceğini söyleyemez. Bazen sabah uyanırsın, bir güç vardır içinde. “Artık kabullendim,” dersin. Ama akşam olup da eski bir fotoğrafa denk geldiğinde, yıkılırsın. Bir şarkı başlar radyoda, hatıralar su gibi gözlerinden akar. Küçücük bir detay, bir eşya, bir ses… Seni alır, onun yokluğuna geri götürür. İşte bu yüzden yasın bir standardı yoktur. Herkesin acısı kendine özgüdür, herkes...

Sevmesini Bilirsek

Resim
 Bazen, bir söz insanın içine öyle dokunur ki, sanki tüm hayatını özetler. İşte bu cümle de öyle bir cümle: “Sevmesini bilirsek, başkalarına acı vermeyi unuturuz.” Ne kadar yalın, ne kadar derin… Bir insan başkasına niye acı verir? Neden kırar, küçümser, dışlar, hor görür, yalan söyler, ihanet eder? Çünkü sevmeyi unutmuştur. Çünkü içinde sevgi yoktur. Çünkü kendi kırılmış, ama o kırıkları onarmak yerine başkasını kırarak ayakta kalmaya çalışıyordur. Oysa sevmek; tam da bu kırıklara, bu yaralara rağmen başkasına sarılabilmek demektir. Bir çocuğun masum gülümsemesinde, bir annenin şefkatli ellerinde, bir dostun sessiz omuz vermesinde… Sevgi hep oradadır. Ve insan eğer sevmesini bilirse, acı vermek onun doğasında barınmaz. Birine bilerek zarar veremez. Kalbini kırmaz, gururunu incitmez, gözünü yaşartmaz. Çünkü sever. Çünkü içinde bir şey titrer. Çünkü bilir ki bir kalbi kırmak, bir ömrü karartabilir. Sevgi bir lüks değil, bir ihtiyaçtır. Oksijen gibi, su gibi, ekmek gibi… İnsan sevmed...

İnsan İnsana Şifa

Resim
 Dokunulmanın ne kadar önemli olduğunu unuttuk, ancak hayatta kalmak için buna ihtiyacımız var. Modern zamanlar bizden en önce temas etme yetimizi aldı. Parmak uçlarımızla sadece telefon ekranlarına dokunur olduk ama bir başkasının eline, omzuna, kalbine değmekten korkar hâle geldik. Kalabalıklar içinde yaşıyor, ama giderek yalnızlaşıyoruz. Sanki her temas bir tehdit, her yakınlık bir yük gibi algılanıyor. Oysa insan, insanla tamam olur. Bilemezsin sevginin insanı deli eden tadını… Çünkü biz artık sevmeyi de unutuyoruz. Sevgi, birilerinin sandığı gibi sadece romantik bir duygu değil. Sevgi, bir annenin çocuğuna gece uykusuz bakışı; yaşlı bir babanın oğlunun yanağına düşen gözyaşıdır. Sevgi, bazen ekmeğini paylaşmaktır, bazen de bir kelimeyle moral olmaktır. Ama en çok da bir elin diğerine değmesinde gizlidir. İnsan en çok temasla büyür. Sarılınca hafifler, öpülünce iyileşir, birinin sıcak avucunda güven bulur. Dokunmak, yalnızca fiziksel bir eylem değildir; ruhun başka bir ruha uza...

Bu Devlet Kimin

Resim
Bu Devlet Kimin? Halkın mı, çetelerin mi? Devlet dediğimiz şey nedir? Halkın güvenliği, refahı, sağlığı ve geleceği için organize olmuş bir sistem mi? Yoksa ihalelerin arkasına gizlenmiş, tarikatlara maaş bağlayan, köylünün zeytin ağacına bile tahammül edemeyen bir imtiyazlar düzeni mi? Bu ülkede artık en sade soruları sormak bile isyan sayılıyor. Ama sormak zorundayız: Bu devlet gerçekten kimin devleti? Kepçenin Altındaki Zeytin Ağacı Bir köylü düşünün… Dededen kalma zeytinlikte ömrünü geçirmiş. Her sabah toprağa selam vererek başlamış güne. Bir gün geliyor bir kepçeyle karşılaşıyor. Önce bakıyor… “Herhalde yanlışlık oldu” diyor. Ama yanlış yok. Kepçe toprağa, ağaca, köklere değil; insan onuruna saplanıyor. Çünkü karşısında devlet yok. Devletin üniformasını giyen ama holdinglere hizmet eden bir düzen var. Zeytin ağacını korumaya çalışınca “yasa dışı” ilan ediliyor köylü. Kepçeyi durdurmak isteyen kadınların kolları kırılıyor. Peki bu devlet, kimin devleti? SGK Gazeteciye Yok, Tarikata...