Kayıtlar

Ekrem İmamoğlu’nun Karizması

Resim
  Ekrem İmamoğlu’nun Karizması İmamoğlu’nun mahkemede sergilediği duruş, sadece bir siyasetçinin tavrı değil; aynı zamanda karakterinin, cesaretinin ve özgüveninin canlı bir yansıması. Onu izlerken dikkatimi en çok çeken, kravatını çıkarırken ortaya çıkan karizmasıydı. Bu basit ama sembolik hareket, bir liderin protokol zorlamalarını bir kenara bırakıp, kendine güvenini ve rahatlığını nasıl gösterdiğini tüm açıklığıyla ortaya koyuyor. Kravatı çıkarışı, sadece bir aksesuarın çıkarılması değil; aynı zamanda yüklerin, baskıların ve dış beklentilerin üzerinden alınan bir nefes, özgürlüğün simgesiydi. İzleyici olarak insan, bu küçük ama etkili jestin ardında yatan mesajı fark ediyor: “Ben buradayım, kendi kurallarımla buradayım.” Kravatını çıkarırken yaşadığı karizma, onu mahkemeyi izleyenleri etkilerken, aynı anda sergilediği özgüven de ayrı bir boyut katıyordu. Kravatı dinleyici sıralarına fırlatışı, aslında sadece bir gösteriş değil; bir mesaj, bir meydan okuma. Bu hareket, mahkeme s...

21.Yüzyıl Türkiye Karanlığı

Resim
 21. Yüzyılda Türkiye’nin Karanlığı  21. yüzyıldayız. Dünya bilimle, özgürlükle, teknolojiyle ileriye koşarken Türkiye hâlâ yasakların, baskıların ve ihmallerin kıskacında. Birinci partinin cumhurbaşkanı adayı cezaevinde. Bu yalnızca bir kişiyi değil, milyonların iradesini hapsetmek demektir. Sandığın değerini yok eden bu anlayış, demokrasiyi dekoratif bir sahneden ibaret kılıyor. Gençler, bir tweet ya da paylaşım yüzünden gözaltına alınıyor. Oysa geleceğin enerjisi olan gençliği korkutarak susturmak, aslında ülkenin yarınlarını yok etmektir. 21. yüzyılda dünyanın gençleri bilime, sanata, yeniliğe koşarken bizim gençlerimiz mahkeme salonlarında umut arıyor. Basın organları baskı altında. Gazeteler kapatılıyor, televizyonlara sansür uygulanıyor, gazeteciler hapse atılıyor. Basın susturulduğunda hakikat kaybolur, toplum körleşir. İktidarın istediği de budur: karanlık bir düzen. Seçilmiş belediye başkanları cezaevinde, yerlerine kayyumlar atanıyor. Sandıkta verilen oy bir kararla...

Kadından Dinle

Resim
 Bacaklarımı açmak depremlere yol açıyorsa, saçlarımı açmak fırtınaları ve rüzgârları uyandırıyorsa… O halde ben sıradan bir beden değilim. Benim varlığım, doğanın en gizli sırlarıyla iç içe geçmiş, evrenin dengesine dokunan bir kudretin ta kendisi. Gerdanımdan küçük bir görüntü bile denizleri kabartıyor, dalgaları sahillere sürüklüyor, suları taşırıyorsa; sesim toprağın kaymasına, dağların sarsılmasına sebep oluyorsa… Artık anlaşılmalı: Ben sadece bir kadın değilim. Ben, yaratılışın gizli enerjisini taşırım. Sütlü, koca memelerimin görünümü kıtlığı ve sefaleti tetikliyorsa, kollarımı açışım iklimi ısıtıyorsa, demek ki bedenim dünyanın kaderine yazılmış bir kitaptır. Gülüşüm kainatın dengesini bozuyor, düzeni altüst ediyorsa ve tüm içgüdüleri, gizli arzuları uyandırıyorsa… O zaman insanlık benden korkmalı. Çünkü ben var olduğum sürece hiçbir şey durağan kalmayacak. Tüm doğal felaketlerin ardında ben varsam, tüm yıkımların ve yeniden doğuşların kaynağı benimse, o halde benden kork. ...

Hakikatin Ölçüsü

Resim
  Sırf çoğunluk tarafından kabul edildi diye Yalan gerçek olmaz. Yanlış doğru olmaz. Kötülük iyi olmaz. Bunu bir kenara yazın. Çünkü hakikat, çoğunluğun oyuna göre şekillenmez. Vicdanı olan herkes bunu bilir. Tarihte defalarca kez gördük: Kalabalıklar alkışladı diye, zulüm meşru hâle gelmedi. Herkes aynı yalanı tekrar etti diye, o yalan gerçek olmadı. Bazen bir kişi doğruları söyledi, bir ordu ona karşı çıktı. Ama zaman, hep hakikatin tarafını tuttu. Galileo teleskobunu gökyüzüne çevirdiğinde, kilise “Dünya dönmez” diye bağırıyordu. Oysa dönüyordu. Ve Galileo susturulsa da, hakikat susmadı. Bugün de benzer bir çağdayız. Sosyal medya linçleri, kutuplaştırılmış ekranlar, yandaş kalabalıklar… Herkes aynı şeyleri söyleyince, doğru olduğu sanılıyor. Oysa hakikat, çoğu zaman yalnızdır. Sözün gerçeği, güce boyun eğmez. Eğdiği zaman, yozlaşma başlar. Bugün bir toplumu yıkmak istiyorsanız, önce doğruyla yalanın yerini değiştirmeniz yeterlidir. İnsanlar buna çabuk alışır. Çünkü haki...

Vedalaşmayın

Resim
Birini kaybetmek, sadece son bir el sallamak, bir mezar başında birkaç kelimeyle vedalaşmak değildir. Asıl zorluk, o yokken yaşamayı öğrenmektir. Onun sesi artık duyulmaz, varlığı fiziksel olarak hissedilmez ama kalbinin bir köşesinde hep yaşar. Evdeki boş bir sandalye, birlikte bakılan bir manzara, paylaşılmış bir anı… Hepsi artık sessiz ama ağırdır. Çünkü onun olduğu yere her baktığında, ruhunun bir parçası sanki hâlâ oradadır. Sanki zamanı geldiğinde gidip onu alabilecekmişsin gibi gelir ama bilirsin ki o artık gelmeyecek. Kederin bir takvimi yoktur. Üç gün, üç ay, üç yıl… Hiçbiri acının ne zaman dineceğini söyleyemez. Bazen sabah uyanırsın, bir güç vardır içinde. “Artık kabullendim,” dersin. Ama akşam olup da eski bir fotoğrafa denk geldiğinde, yıkılırsın. Bir şarkı başlar radyoda, hatıralar su gibi gözlerinden akar. Küçücük bir detay, bir eşya, bir ses… Seni alır, onun yokluğuna geri götürür. İşte bu yüzden yasın bir standardı yoktur. Herkesin acısı kendine özgüdür, herkes...

Sevmesini Bilirsek

Resim
 Bazen, bir söz insanın içine öyle dokunur ki, sanki tüm hayatını özetler. İşte bu cümle de öyle bir cümle: “Sevmesini bilirsek, başkalarına acı vermeyi unuturuz.” Ne kadar yalın, ne kadar derin… Bir insan başkasına niye acı verir? Neden kırar, küçümser, dışlar, hor görür, yalan söyler, ihanet eder? Çünkü sevmeyi unutmuştur. Çünkü içinde sevgi yoktur. Çünkü kendi kırılmış, ama o kırıkları onarmak yerine başkasını kırarak ayakta kalmaya çalışıyordur. Oysa sevmek; tam da bu kırıklara, bu yaralara rağmen başkasına sarılabilmek demektir. Bir çocuğun masum gülümsemesinde, bir annenin şefkatli ellerinde, bir dostun sessiz omuz vermesinde… Sevgi hep oradadır. Ve insan eğer sevmesini bilirse, acı vermek onun doğasında barınmaz. Birine bilerek zarar veremez. Kalbini kırmaz, gururunu incitmez, gözünü yaşartmaz. Çünkü sever. Çünkü içinde bir şey titrer. Çünkü bilir ki bir kalbi kırmak, bir ömrü karartabilir. Sevgi bir lüks değil, bir ihtiyaçtır. Oksijen gibi, su gibi, ekmek gibi… İnsan sevmed...

İnsan İnsana Şifa

Resim
 Dokunulmanın ne kadar önemli olduğunu unuttuk, ancak hayatta kalmak için buna ihtiyacımız var. Modern zamanlar bizden en önce temas etme yetimizi aldı. Parmak uçlarımızla sadece telefon ekranlarına dokunur olduk ama bir başkasının eline, omzuna, kalbine değmekten korkar hâle geldik. Kalabalıklar içinde yaşıyor, ama giderek yalnızlaşıyoruz. Sanki her temas bir tehdit, her yakınlık bir yük gibi algılanıyor. Oysa insan, insanla tamam olur. Bilemezsin sevginin insanı deli eden tadını… Çünkü biz artık sevmeyi de unutuyoruz. Sevgi, birilerinin sandığı gibi sadece romantik bir duygu değil. Sevgi, bir annenin çocuğuna gece uykusuz bakışı; yaşlı bir babanın oğlunun yanağına düşen gözyaşıdır. Sevgi, bazen ekmeğini paylaşmaktır, bazen de bir kelimeyle moral olmaktır. Ama en çok da bir elin diğerine değmesinde gizlidir. İnsan en çok temasla büyür. Sarılınca hafifler, öpülünce iyileşir, birinin sıcak avucunda güven bulur. Dokunmak, yalnızca fiziksel bir eylem değildir; ruhun başka bir ruha uza...